Hoş Geldiniz Arkadaslar..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mehmet Uygun Lisesi 11 TMA =))
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 EDEBİ AKIMLAR 1

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
KaBuS_27
WebMaster
WebMaster
KaBuS_27


Tercübe :
EDEBİ AKIMLAR 1 Left_bar_bleue27 / 10027 / 100EDEBİ AKIMLAR 1 Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 17
Rep : 5332
Başarı Sistemi : 0
Kayıt tarihi : 01/04/10
Yaş : 31
Nerden : ANTEP27

EDEBİ AKIMLAR 1 Empty
MesajKonu: EDEBİ AKIMLAR 1   EDEBİ AKIMLAR 1 Icon_minitimePerş. Nis. 01, 2010 3:29 pm

EDEBİYAT AKIMLARI
Aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda yapıt ortaya koymalarıyla ortaya çıkmış edebi anlayışlardır. Edebiyat akımlarının oluşmasında toplumsal değişmeler ve gelişmeler, bilimsel ve teknolojik yenilikler, bireysel özelliklerdeki farklılaşmalar etkili olmuştur. Genellikle birbirlerine tepki olarak ortaya çıkan edebiyat akımlarının temsilcileri, akımlarının ilkelerini kendileri belirlemiştir.

Avrupa'da edebi akımlar başlamadan önce, iki önemli düşünce ve sanat anlayışı vardı: Hümanizm ve Rönesansçılık


KLASİSİZM
16. yüzyılın ikinci yansında dili yabana etkilerden kurtarıp şiirin kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile başlayan Klasisizim, özellikle 17. yüzyılda gelişmiştir.

Klasisizmin Oluştuğu Ortam
Fransa'da 17. yüzyılın ikinci yarısında, iç karışıklıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti. Siyasal alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da göstermeye başlamış hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak üzere Fransız Akademisi kurulmuştu. Ayrıca filozof Descartes'in Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda pozitif düşüncenin temellerini atmıştı.

Klasisizm Akımının Felsefesi
Klasisizm'in temelini akıl ve sağduyu oluşturur. "Düşünüyorum, öyleyse varım." diyen Descartes'e göre insan aklının kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir. Aşk, kin, nefret, acıma gibi duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır. İnsan aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi Re yön vermek zorundadır Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer. Akımın kurallarını belirleyen Boileau "Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini akıldan alsın." diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır.

Klasisizm Akımının Konusu
Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta mitolojiden alınır. Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen konular tekrar tekrar işlenmiştir. Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en mükemmel sanat, eskiye ait olandır. Dolayısıyla, eski Yunan'da görülen insan tipi tekrar ele alınmıştır. Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır. Yani hırslılığı, cimriliği, kindarlığı yönüyle ele alınmıştır.

Klasisizm'de görülen insan, sıradan bir insan değildir. Eğitim görmüş soylu bir insandır.

Bu insan belli bir toprağın malı değil evrenseldir. Yani eserde insanların tümünde görülebilen, zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır. Duygularının, zaaflarının esiri olmuş, soylu insanın "bozuk çıkmış nüshaları" olan sıradan kişilere eserlerde yer verilmemiştir.

Klasisizm Akımında Dil ve Üslup
Klasisizm'de yazar olayları anlatırken kendini gizler, kendi duyguların, zaaflarını, tutkularını, sırlarını söylemekten kaçınır. Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir.

Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler üzerinde toplanmalıdır. Eserde biçim mükemmelliği aranır. Anlatılmak istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden arınmalıdır. Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır. Okurun dikkati söylenene çekilir.

Konu gerçek hayata uygun olmalıdır. Okura ya da seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır. Konuya değil konunun işleniş biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez anlatılmıştır. Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer.

Klasisizm Akımında Kullanılan Edebi Türler ve Temsilcileri
Klasisizm'de tiyatroya büyük değer verilir. Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur. Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir.

Yazarların kullandığı türler ve eserler:
Corneille: Le Cid, Horace (Tragedya)
Racine: Andromaque, İphigenie (Tragedya)
Moliere: Gülünç Kibarlar, Tartuffe, Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin'in Dolaptan, Hastalık Hastası (Komedya)
Bouileu: Manzum mektup ve yergi
La Fontaine: Fabller
Descartes: Yöntem Üzerine Nutuk (Felsefe)
Pascal: Düşünceler
La Bruyere: Karakterler (Portre)
Fenelon: Telemak (Roman)
Mme de la Fayette: Prenses de Clives (Roman)

Klasisizmin Başlıca Özellikleri (Özet)
. Akıl, sağduyu ve insan doğasına önem verilmiştir.
. Konular, eski Yunan ve Latin kaynaklarından alınmıştır.
. Mükemmeliyetçilik esas alınmış, konuya değil; anlatıma önem verilmiştir. Onun için anadili en güzel biçimde kullanılmaya dikkat edilmiştir.
. Sanat sanat içindir, anlayışı benimsenmiştir.
. Sanatçılar, yapıtlarında kişiliklerini gizlemişlerdir.
. İnsanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede oldukları kabul edilmiş, bu yüzden yapıtlarda değişmez tipler oluşturulmuştur.
. Fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir.
. Kahramanlar, ruhsal özellikleriyle ele alınmıştır.
. Tiyatroda üç birlik kuralına -yer, zaman ve olay birliğiuyulmuştur.

"Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti arar". ( Andre Gide )

Türk Edebiyatında Klasisizm
Türk edebiyatı Batı'ya açıldığında klasisizm dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi olmamıştır.

Şinasi'nin "Şair Evlenmesi"adlı komedisi, La Fontaine'den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere'den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabil
ROMANTİZİM18. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmış 19. yüzyıl başlarında bütün Avrupa'ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur.

Romantizm Akımının Oluştuğu Ortam
18. yüzyıl aydınlanma çağı olarak görülür. Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel açıdan ele alınmıştır. Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau, Mon-tesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış, dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gibi konulan halka yaymaya çalışmışlardır. Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı burjuva sınıfı oluşmuştur. İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur.

Romantizm Akımının Felsefesi
Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı olmaktır. Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu ve hayale değer verdiler. "Deha akıldadır." diyen Klasiklere, "Deha yürektedir." karşılığını verdiler.

Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü. Bu duyguyla oluşan sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu.

Romantizm Akımının Konusu
Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön plana çıkarmışlardır.

Klasisizm'de ihmal edilen Hristiyanlık tekrar, mucizeleriyle ele alınmıştır. Ulusallık, yerli renk aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir.

Romantizm'de görülen insan tipi, Klasisizm'deki gibi soyut değildir. Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir. Ancak kişiler tek yönlüdür. Yani ya hep iyi ya hep kötüdür. Roman bu ikisinin çatışmasından doğar. Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Bu yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz.

Eserlerde her tür kişiye rastlanır. Sıradan insanlar, soylular iç içedir.

Romantizm Akımında Dil ve Üslup
Romantik yazar, Klasik yazarın tersine kendini gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini anlatır.

Romantiklere göre "İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur." Elbette böyle düşünen sanatçı, işe kendini anlatarak başlar.

Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur. Sözcük seçimine pek önem vermemişlerdir.

Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır. Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler, mecazlar eserde büyük yer tutar, özellikle doğa manzaralarının betimlenmesine büyük değer verilir.

Romantizm Akımında Kullanılan Edebi Türler ve Temsilcileri
Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir.

Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür. Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur. Romantizm aslında önce Almanya'da başlamış, İngiltere'de rağbet görmüş, ama Fransa'da kuralları belirlenip oradan tüm Avrupa'ya yayılmıştır.

Romantizm Akımının Temsilcileri ve eserleri
Almanya'daki temsilcileri:
Goethe: Divan (Şiir); Faust, Egmont (Dram); Genç Werther'in Istırapları (Roman)
Schiller: Haydutlar, Wilhelm Tell (Dram)

İngiltere'deki temsilcileri:
Bu ülkede Romantizmi "Golcüler" adı verilen grup başlatmıştır. Bunların en ünlüleri Coleridge ve Wordsworth'tır.

Fransa'daki temsilcileri:
Montesquieu : Kanunların Ruhu (Felsefe)
Jean Jacques Rousseau : Toplum Sözleşmesi, İtiraflar, Emile
Lamartine : Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler (Şiir); Graziella, Rapheal (Roman)
Victor Hugo : Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yapraklan (Şiir); Sefiller, Nötre- Dame'ın Kamburu (Roman); Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas, Cromvvel (Dram)
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür; Candide, Zadig (Roman)

Diğer romantikler
:
Lord Byron: Childe Harold'un Gezisi (Şiir); Kaabil, Sardanapal (Dram)
Puşkin: Kafkas Esir, Çingeneler (Şiir); Yüzbaşının Kızı (Roman)

"Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen gece, kendinden geçen çiçektir".Musset

"Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir".A. Gide

TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM
Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır.

Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla

Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla

Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle

Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla

REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Romatizme tepki olarak doğan edebiyat akımıdır. Realizm roman ve hikayede etkili olmuştur.

Realizm Akımının Oluştuğu Ortam
19. yüzyılda deneysel Dilimler son derece gelişmişti. İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı.

Auguste Comte'un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuşlardır. Bunun bilim sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli olacağı savunulmuştur. İşte Pozitivizm'in edebiyata uygulanması Realizmi doğurmuştur.

Realizm Akımının Felsefesi
Realizm, Pozitivizmin bir koşulu olarak gözleme büyük değer vermiştir. İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. "Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır." görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır.

"Tarih yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan derlediği belgelerle meydana getirilir, tarihçiler geçmiş zamanın, romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir." sözleri realistlerin tüm felsefesini ortaya koyar.

Realizm Akımının Konusu
Realizm'de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.

Realizm'de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.

Realizm Akımının Dili ve Üslubu
Realizm'de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak için kendini gizler. Bu yönüyle Klasisizm'e benzer. Olaylan yan tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı.

Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir. Kılı kırk yaramasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir.

"Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil, nitelendirecek tek bir sıfat vardır. İşte yazar bunu buluncaya kadar uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir." sözleri realistlerin anlayışını ortaya koyar.

Realizm Akımında Kullanılan Edebi Türler ve Temsilcileri
Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır. Tiyatro, Romantizm'den sonra artık pek görülmez. Şiir ise realist anlayışla yazılır; ancak adına "Parnas" denir.

Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım bulmuştur. İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac, Merime vermiştir.

Stendhal: Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert: Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield
Gogol: Ölü Canlar, Müfettiş
Turgenyev: Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın
Dostoyevski: Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy: Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan ilyiç'in Ölümü
Gorki: Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer'in Maceraları
Anton Çehov: Vanya Dayı, Vişne Bahçesi
Mihail Aleksandroviç Şolohov: Ve Durgun Akardı Don
Ernest Hemingway: Çanlar Kimin İçin Çalıyor?
John Steinbeck: Gazap Üzümleri
Herman Melville: Moby Dick

Realizmde Roman Anlayışı:

"Her şey görmekten ibarettir. Üstatların gözüyle değil, kendi gözlerinle doğruyu görebilirsin. Bunun için de biraz beklemen lazım. Kendi duygu ve görüşlerini de eserlerine katma. Bir sanatçının orijinalliği, "büyük şeyler"de değil, önce "küçük şeyler"de görülür. Şaheserler, basit konular üzerindeki önemsiz ayrıntılardan meydana gelmiştir.

"Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün. Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik müfettişine..."Marie-Henri Beyle Stendhal

TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM
Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)

Samipaşazade Sezai (Zehra)

Nabizade Nazım (Kara Bibik)

Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban......)

Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)

Reşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)

Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)

Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)

NATÜRALİZM (DOĞALCILIK)

Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir.

Naturalizm Akımının Felsefesi
Akım Taine'in Determinizm görüşünü edebiyata uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir deneme sahası olabileceğine inanmıştır. Bunlara göre gözlem bir eser için yeterli bir yol değildir.

Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki farkları şöyle açıklar:

"Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir. Deneyci ise olayları doğanın ortaya çıkardığı biçimlere göre değil de herhangi bir amaçla kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre inceleyen kişidir."

Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir.

Naturalizm Akımının Konusu
Natüralizm'de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele alınır. Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar yapmaz. Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir. "Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız." Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri, eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisiyle oluşur. Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim vardır. Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin karakterini oluşturur. Elbette böyle bir insanın davranışlanm içgüdüleri yönlendirir.

Naturalizm Akımında Dil ve Üslub
Natüralizm'de yazar, kendi kişiliğini gizler, sadece olanları yazar, bir tutanak yazmanı gibi davranır. Zola'nın deyimiyle "Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz."

Dilde pek seçici değildir. Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur. Bu nedenle argolar, küfürler eserde değiştirilmeden verilir.

Naturalizm Akımında Kullanılan Edebi Türler ve Temsilcileri
Natüralizm de bir roman ve hikaye akımdır. Kurucusu Emile Zola'dır. Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için 20 cilt tutarındaki "Deneysel Roman"ını yazmıştır. Bu cilt içindeki önemli romanlar Germinal ve Meyhane'dir.

Diğer Natüralist sanatçılar:
Alphonse Daudet: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri (Hikaye); Trasconlu Tartarin, Jack (Roman)
Guy de Maupassant: Tombalak, Ay Işığı, Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz (Roman)
Hauptmann: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken (Tiyatro)

"Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmelidir. Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar da halin hikayecileridir".

Goncourt Kardeşler

TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM

Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar'dır. Ancak eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır.

PARNASİZM

Parnasizm
Fransa'da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır. Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur. 1886'da "Parnas" adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır (Parnas: Mitolojide ilham perilerinin yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı).

Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler. Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar. Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir. Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir.

Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünürler.

"Sanat, sanat içindir" görüşünde olan parnasyenler şiirde yarar değil, güzellik ararlar.

Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır.

Parnasyenler Eski Yunan ve Altin mitolojisine büyük hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır.

Başlıca temsilcileri:
Th. Gautier

T.D. Banville

François Coppee

J.Maria de Heredia

TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM
Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret'te görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır.



SEMBOLİZM (SİMGECİLİK)

Sembolizm (Simgecilik)
19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir. Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.

Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.

Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.

Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.

Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır.

Parnasyenlerin genellikle "sone" nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir.

Sembolizmin Özellikleri:
1. Sembolizm, şiire duygu ve hayali getirmesi yönüyle romantizmle benzerlik taşır. Diğer benzer yan her iki akımın da öznel oluşudur. Bu benzerliklere karşın sembolistler, kendilerinden önceki tüm şiir anlayışlarına karşı çıkmışlardır.

2. Sembolistler, dış dünyanın görüntülerini somut nesnel gerçeklikleriyle değil de; bu görüntülerin sezgilerinden, izlenimlerinden yansıyan niteliklerini şiire aktardılar. Duyguların, dış dünyayı ancak olduğu gibi değil, onu değiştirerek ulaştırabileceğini düşündüler.

3. Sembolist ozanların doğa görüntülerini yarı aydınlık ortamlar oluşturur: sararmış yapraklar, akşamın alacakaranlığı, durgun göller, kızıl gün batımı, ayışıklı geceler.Bu görüntülerde net değil, neredeyse, tül bir perdenin ardından yansıyan biçimiyledir.

4. Sembolistler, sembol ve mecazlarla dolu kapalı bir anlatımı seçtiler. Herkesçe farklı algılanabilecek yorumlanabilecek şiiri hedeflediler.

5. Sembolizmin şiir anlayışı: Şiiri sözcüklerle yapılmış bir beste olarak gördüklerinden, şiirde müzikselliğe önem verdiler. Ölçü, uyak biçimsel özellikleri ikinci planda düşündüler. Şiirdeki müziği özle biçim arasında bir uyum öğesi olarak gördüler.

6. Sembolistler "sanat için sanat" görüşüne bağlı kalarak toplumsal, siyasal sorunlara uzak durdular.

7. Sembolizmin ilkelerini, kuramını. Stephen Mallarme oluşturmuş, bildirgeyi ise Jean Moreas yayımlamıştır. Sembolizmin öncüsü ise bu akımın ortaya çıkışından önce ürünler veren Charles Boudelaire'dir.

8. Sembolizm şiir akımlarından biridir.

Sembolizmin Önemli Temsilcileri:
-Charles Baudelaire - şiir
-Stephane Mallerme - şiir
-Paul Verlaine - şiir
-Arthur Rimbaud - şiir
-Paul Valery - şiir
-Puşkin
-Maunce Maeterlinck - tiyatro

TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM
Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin'dir. Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim'dir. Kimi yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın izlerini taşırlar.

"Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir".

Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü)

Sembolist Şiir Örnekleri
SONE
Derdim, yeter, sâkin ol, dinlen biraz artık!
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülerle sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.

Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte
Toplasın acı meyvesini nedâmetin
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

Bak göğün balkonlarından geçmiş seneler
Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.

Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.

(Charles Baudelaire'den çeviren: Sabahattin Eyuboğlu)

GÖK ÖYLE MAVİ

Gök öyle mavi, öyle durgun,
Damlar üzerinde! Yeşil bir dal sallanadursun,
Damlar özerinde.
Ürpertip gökyüzünü birden,
Bir çan tın tın eder Bir kuştur şu ağaçta öten
Türküsünü söyler
İşte hayat! Aç gözünü gör,
Bak ne kadar sade. Her günkü sakin gürültüdür
Şehirden gelmekte.
Ey sen ki durmadan ağlarsın,
Döversin dizini, Gel söyle bakalım ne yaptın, N"ettin gençliğini?
Paul Verlaine, (Çev. Cahit Sıtkı Tarancı)

ŞİİR SANATI

Musiki, her şeyden önce musiki; Onun için tekli mısradan şaşma. Kıvrak olur, erir havada sanki; Ağır aksak söyleyişe yanaşma.

Güzel sözler tül ardında görünsün Gün ışığı titremeli şiirinde, Ak yıldızlar maviliğe burunsun Ilgıt ılgıt sonbahar göklerinde

Tut belâgati boğazından sustur, El değmişken bir zahmete daha gir Kafiyenin ağzına da bir gem vur Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?

Hep musiki biraz daha musiki Havalanan bir şey olmalı mısra Deli bir gönülden kalkıp gitmeli Başka göklere, başka sevdalara

EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)

Empresyonizm (İzlenimcilik)
19. yy.da ortaya çıkmıştır.

Edebiyatta ve resimde gelişerek bütün güzel sanatları etkilemiştir.

Dış dünyada görülen varlığın gerçek yönü değil, kişide bıraktığı izlenimler önemlidir. bu nedenle anlatılan dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayale bürünmüş izlenimleridir. Aslında dış âleme, oradaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.

Anlam belirginliğinden çok kapalılık yeğlenmiştir, anlamın yoruma uygun olması beklenmiştir.

Sanatın amacı birtakım gerçekleri yansıtmak değildir.

Gerçekler kişilere göre değişir ve kişisel değer kazanır.

Empresyonizm önemli temsilcileri

Rainer Maria Rilke, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud, Concourd Kardeşler, Joyce

Türk edebiyatında Empresyonizm

Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin, Ahmet Muhip Dıranas.

"Seyreyledim eşkâl-i hayâtı

Ben havz-ı hayâlin sularında,

Bir aks-i mülevvendir onun'çün

Arzın bana ahcâr ü nebâtı"

Ahmet Haşim (Mukaddime

Kübizm Akımı

KÜBİZM

20. yüzyılın başında empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmış ve daha çok, resimde kendini göstermiştir. Yazın alanın da, özellikle şairler, ressam Picasso'nun da etkisiyle bir anlayış geliştirmişlerdir. Buna göre şairler, dış dünyayı izleyip olup bitenleri iyi saptamak zorundadır. Onlara göre dünyadaki küçük olaylan ve anlamları yakalamak gerekir "Söylenmemiş olanı", "görülmemiş olanı" gün ışığına çıkarmak, aklın değil düş gücünün yapacağı iştir.

Kübizm Başlıca Özellikleri

. Varlığın, dış görünüşüyle birlikte iç dünyasının betimlenmesi amaçlanmıştır.
. Sanatçılar, anlatımı canlı kılmak için, yapıtlarında duygularla olayları karıştırarak yansıtmışlardır.

Kübizm Temsilcileri: Apollinaire, Max Jacob, Jean Cocteau, Blaise Cendrars

Kübizm Ayrıntılı Bilgi
Kübizm, XX. yüz yılın başında ortaya çıkan ve daha çok resim alanında kendini gösteren, sonradan öteki sanat dallarına da etki yapan, konunun sadece görünen tarafını değil, görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışan bir akımdır.1910 yılında kendini göstermeye çalışan kübizm, dört yıl kadar bir ömür sürdükten sonra 1914'de değerini kaybetmiştir. Aslında akım realitesine aykırı düşen ve her şeyi geometrik şekil içinde görmeye çalışan kübizm, 1913 yılından itibaren edebiyat alanına da geçmiştir.

Empresyonizme bir tepki olarak meydana gelen kübizm edebiyata Guillaume Apollinaire 'in gayretiyle girmiştir. Bundan sonra Andre Salmon, Pierre Reverdy , Jean Cocteau, Blaise Cendrars, Mak Jacob gibi şairler, kübizmi edebiyatta kökleştirmeye ve geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat bütün gayretlere rağmen kübizmin ömrü uzun olmamıştır.Kübizm, hemen her memlekette zaman zaman denenmiştir. Kendi memleketimizde bile Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle resim alanında kübizme bağlı çabalar görülmüşse de köklü bir akım olmak durumuna gelememiştir. Kübizmin dayandığı prensipler sırasıyla şunlardır:

1. Kübizmin, empresyonizme karşısı tepkisi :Empresyonizm, konunun belli bir ışık altındaki görünüşünü, yani doğrudan doğruya kendisini değil de yarattığı du­yumları saptamaya çalışan bir sanat metodudur. Kübizme göre empresyonizm, duyumların, yani sürekli olmayan, gelip geçici şeylerin tasviridir. Kübizm ise, sürekli olan ve değişmeyen özün, tasvirine çaba göstermektedir. Eşyanın dış görünüşüyle birlikte özünün de gösterilmesi gerektir. Örneğin insanın yalnız dış görünüşünü ele almak, onu, sadece bir madde olarak düşünmek olur. Halbuki, o, birtakım fikirlerin ve duyumların da sahibidir. Sanat onun bu tarafını da göstermek zorundadır. O halde olaylarla duyguları birbirinden ayrı olarak düşünmek doğru değildir. Objeyi, yani konuyu bir bütün (kül) halinde tutmak gerektir. Örneğin «Ressam, balkonda bulunan, fakat içeriden görülen bir adamm resmini yapmak istediği zaman, sahneyi pencereden görülen kısma inhisar ettirmeyecek; bilâkis balkondaki adamın sokağa ait bütün duyumlarını da aynı tablonun içerisine yerleştirecektir.» Bu, şu demektir : Hayat, büyük bir olaydır. însan bu olayın içinde birçok şeyi hep birden görmekte ve yaşamaktadır. O da bu büyük olayın içinde olanlardan biridir. Şu halde balkondaki adamı, seyrettiklerinden ayrı olarak düşünemeyiz. Bu adam balkondan, geçen trenleri, otomobilleri, koşanduran insanları, caddeleri, damları, bacaları görmüş; fabrikaların düdüklerini işitmiştir. Hattâ balkondaki adam o anda vücudunu bile unutmuş, seyrettiklerinin içine düşmüş, ya da onların arkasından koşmaktadır. Şimdi nasıl olur da sanatçı, bu adamı, sadece içeriden gördüğü kısmıyla eserine geçirebilir? Halbuki o anda. bu adamın kafasında bir fabrikanın dişlisi, bir otomobilin direksiyon simidi dönmekte; beyninde bir cad­de akmaktadır. Peki, bütün bunları ne yapacağız? Sanatçı olarak bunlara dokunmayacak mıyız? Bunlarsız bir adam nedir? Bütün bunları sorup düşünen kübizmin sanatçısı, insanı dış görünüşü ve duyumlanyla birlikte bir bütün halinde geometrik şekillere bağlayarak sanata getiriyor. Bir ressamın tab­losunda insan, camdan yapılmış içindekileri gösteren bir varlık olarak düşünülüyor ve içinde ne varsa ortaya konuyor. İşte bu düşüncelerle kübizm, empresyonizmin sadece duyumları tasvir etmesini tenkid etmiş, konuyu içi ve dişiyle birlikte bir bütün 'halinde işlemeye çalışmıştır.

2. Kübizmin güttüğü metod :Önce manzara veya olayın geçtiği yer, ana parçalarına ayrılır, sonra bu parçalar sanatçının kişisel görüşüne göre yeniden birleştirilir. Böylece şeyin tümü, aslındaki gibi değil, sanatçının duyumlarına göre geometrik bir karakter içinde şekil alır. Eğer şey, yani konu, tabiattaki şekliyle sanata girse, sanatçının rolü kalmaz. Onun için, önce analiz yardımıyla konu olan şeyin parçaları tanınacak, ondan sonra da sentezle o şey, sanatçının isteğine göre yeniden meydana gelecektir. Kübizmde XX. Yüz yıl başlarındaki toplumlarda görülen sosyal gerginlik ve dengesizliklerin etkilerini bulmak mümkündür. Bu metod edebiyatta da kullanılmış, şairler de şiirlerinde, analiz-sentez metodu ile mısralar sıralamış, peyzajı ve hayatın sahnesini kendi kişisel görüşlerine göre anlatmaya çalışmışlardır.

Resimde Kübizm
1907 den 1914 e süren Kübizmin kuruluş dev­resinde bu akımın önderleri Pablo Picasso, Georges Braque, Juan Gris ve Fernand Leger idi. Kübizm de başlangıçta, Empresyonizm gibi alaya alınmış, anlaşılmamıştı. "Küb", "Kübik" isimleri bu akıma alay olsun diye takılmış, ama gerek eleştirmeciler, gerek­se ressamların kendilerince uygun görülerek kabul edilmişti.

Kübizmi Empresyonizmin doğrudan doğruya bir tepkisi olarak incelemek gerektir. Empresyonizm, tablonun desen arkitektüral yapısını bir yana atarak, sadece atmosfer oyunlarını, güneş ve gölge cilvelerini resmetmek istemiş, form-biçim güzelliğine yer vermemişti. Bir bakıma, yalnız hava oyunlarına da­yanan estetiği formların sertliğini de ele almasına engel oluyordu.

Kübistler ise renk oyunlarını, akislerini, güneş ışığının tabiat içinde uyandırdığı pırıltıları bir yana atarak eşyaların geometrik yapısını ön plâna aldılar.Ancak bu alış, hiç de gerçekçi değildi. Eşyaların -objelerin- boşluk içinde kapladıkları yeri iyice belirtmek için onları parçalıyor, türlü cephelerinden göstermek istiyorlardı. Bu tutum, eşyanın ağırlığını kıymetlendirmek amacı ile o eşyayı parçalamak, ama parçaladıktan sonra resim sanatının araçları ile yeniden yapmak, "inşa" etmek demekti.

Cezanne'ın ve Seurat'nın geometri alanındaki araştırmaları, özellikle Afrika'nın zenci heykelleri Kübist'lere örnek olmuştu. Zenci heykelleri geniş, yontulmamış, törpülenmemiş etkisini uyandıran kaba, düz plânları ile Kübizm temellerine uygun bir plâstik yapıda idiler.

Kübizm'in büyük önderi Picasso çekici bir kişiliğe sahipti. 1881 de İspanya'da, Malağa şehrinde doğmuş, on, on iki yaşlarında iken yetişkin ressam­ları şaşırtacak ustalıkta yağlı boya resimler yapmaya başlamıştı. 1900 de Paris'e geldiğinde, Van Gogh'un, Toulouse-Lautrec'ın eserlerini beğenmişti. 1901 ile 1904 arasında meydana getirdiği "mavi devre" tablolarında Toulouse-Lautrec'ın etkileri görünür. 1905 ile 1906 arası süren "pembe devre" sinde, yirmi beş yaşındaki genç ressamda, Uzak Şark ve özellikle Japon ressamlarından etkiler sezilir. Ama bu romantik devreler uzun sürmeyecekti.

Empresyonizm, Fovizm sönmüşlerdi ve Picasso, yepyeni bir sanat dünyasının, sanata yeni bir cam verecek taze, dinamik bir akımın zamanı geldiğini sezi­yordu. Georges Braque, Kübizm'in ortaya atılışında Picasso'nun en değerli yardımcısı oldu. O kadar ki, Kübizm'in Picasso'dan fazla Braque'ın eseri olduğu söylenir.Picasso, Braque ve onlara katılan Polonya asıllı şair Apollinaire, şair Max Jacob, Derain, Juan Gris, Van Dongen, o sıralarda Montmartre'da, "Çamaşırhane-Gemi" adı verilen tahta bir binada toplanmışlardı. Guillaume Apollinaire, Kübizmi aydın çevrelere tanıtmak, bu akımın teorilerini düzenlemek ödevini üzerine almıştı.Az zaman içinde Kübizmin ana prensipleri belirmeye başlamıştı.

Kübizm, tabiatın, yepyeni bir açıdan ele alınmış bir yorumu idi. Soyut değildi, normal biçimlerle ilgisini kesmemişti. Ama onları serbestçe parçalıyor, geometrik bir düzen, daha doğrusu her tabloya, her konuya göre değişen düzenler içinde dağıtıyor, derliyordu. Kübizm konuya önem vermiyordu. O kadar ki, ilk Kübist tablolar hep aynı temaların, aynı konuların tekrarı gibi idi: Masa üstünde gitara ve mando­lin, gazete parçaları, pipo, tütün paketi, yemiş ve yemişlik, yada palyaçolar, arlökenler. Bu dar çerçeveli konu repertuarı içinde Kübistler, daha fazla gri renklerin egemen olduğu sınırlı bir paletle biçim oyunlarına girişmişler, tabiatın, öncelikle cansız tabiatın yepyeni bir sentezini kurmaya başlamışlardı. Picasso şaşılacak bir el ustalığına sahipti. Bir teknik, bir tarz, bir görüş içine sığamıyor, boyuna değişiyor ve dünya sanatından seve seve, bile bile aldıklarını kendinde birleştiriyordu. Picasso'yu yalnız bir Kübist olarak ele almamak gerekir. O, aynı zamanda, dramatik ifadeli bir ekspresyonisttir de. Nitekim, İspanya iç savaşı sırasında meydana getirdiği büyük kompozisyonlar, hele ünlü "Guernica" sı onu, insan dramı ile yakından ilgili bir sanatçı olarak dünyaya empoze etmişti.

Picasso ve Braque'ın araştırmaları Kübist çer­çeveyi gitgide genişletti. Bu akıma katılanlar, başta İspanyol Juan Gris ve Fernand Leger olmak üzere resim plânında olduğu kadar, bütün süsleme sanatlarında da etkilerini gösterdiler. Kübizmin mimarlık sanatına da yayılması üstünde de durmak gerekir. Kübizm öncelikle bir "düzey sanatı" dır. Tabloyu yalnız iki boyutu içinde ele aldığı, ışık-gölge oyunlarının yardımı ile "derinlik" duygusunu uyandırmaktan kaçındığı için mimarlık sanatının yeni biçimlere bürünmesinde rol oynamıştır. "Kübik mimarî" denilen üslûpların doğrudan doğruya Kübizmin bir sonucu olduğuna şüphe yoktur.

Kübizmin çeşitli akislerini süsleme sanatlarında da görüyoruz. Mobilya desen ve biçimleri, halı, perde, döşemelik motifleri Kübizmden sonra çok değişti. O kadar ki, kimi estetikçi, Kübizmi doğrudan doğruya plâstik değil, "dekoratif" bezemeci bir akım olarak ele aldılar.Durmadan tarz değiştiren Picasso yanında Braque daha ağır, daha klâsik bir ressam. Kübizm prensiplerine bağlılığı onu, sanat hayatı boyunca kendine çizdiği yoldan ayırmadı. Bir "Naturemorte" -cansız tabiat ressamı olarak yaşadı. Bir masa üstüne, yada bir oda içine yerleştirilmiş çeşitli eşyayı bin bir kombinezon, istif tarzları içinde, çok zengin, gri renklerin egemen oldukları bir paletle canlandıran Braque, yalnız Kübizmin değil, çağdaş resmin büyük bir ustasıdır.Fernand Leger, Kübizmi, makine uygarlığı hizmetine verdi. Onun için bir piston, motor aksamı, bir fabrika bacası, lokomotif, otomobil, bisiklet, yada herhangi bir mekanik araç, ağaç, bulut, güneş, dağ, deniz gibi romantik konular kadar güzeldir ve anlamlıdır.

Teorik ve entelektüel Kübizm'in daha duygulu temsilcileri de oldu. Bunlar Kübizm'in geometrik yapısına Empresyonizmin renk oyunlarını da katmak istediler. Roger de la Fresnaye ve Andre Lhote bu hareketin önderidir. Kübizmin ateşli bir temsilcisi olan Andre Lhote genel olarak bu akımın kaçındığı in­san yüzünü, figürünü, hattâ portreyi Kübist teknikle yeniden ihyaya çalıştı.

Kübist ressamlar: Pablo Ruiz Picasso (1881) - Georges Braque(1882-1963) - Juan Gris (1887-1927) - Fernand Leger (1881-1961) - Albert Gleizes (1881-1953) - Jean Met-zinger (1883-1951) - Roger de la Fresnaye (1885-1925) - Andre Lhote (1885-1962).

Ekspresyonizm Edebiyat Akımı

EKSPRESYONİZM (DIŞAVURUMCULUK)

Birinci dünya savaşından sonra, empresyonizme tepki olarak doğmuş, Alman sinemasında uygulanmıştır. Çevremizi saran evrene ve dünyaya karşı ilgisiz görünen bu akım, insanın iç dünyasını ve bütün duygularını en gizli ve çıplak yönleriyle, olduğu gibi anlatır. Gerçekler her insana göre değişik olduğu için önemli olanı sanatçının kişiliğini ve gerçekleri kendine göre dile getirmesidir.

Ekspresyonizmin Başlıca Özellikleri
. Sanatçılar, kendi içlerine kapanıp kendilerini gözlemlemiş, iç gözleme önem vermişlerdir.
. Bireyin en gizli yönlerini açığa vuran bir anlatım yolu kullanılmıştır.
. Yapıtlarda, fantastik ve korkunç olaylar anlatılmıştır.
. Amaç, insanların ruhsal durumlannın ortaya konmasıdır.

Ekspresyonizmin Önemli Temsilcileri
O'Neil (tiyatro)
Franz Kafka (öykü, roman)
Thomas Stearns Eliot (şiir, eleştiri)
James Joyce (şiir, roman)

Ekspresyonist Şiir Örneği
İŞSİZ

Kimse iş vermedi bize
Elleri cebinde
Asık bir suratla
Açıkta yaşıyoruz
Titriyoruz ısıtılmamış odalarda
Yalnız kuru bir yel var şimdi
Sapanların atılı durduğu
Sürülmemiş boş tarlalarda
Bu ülkede iki erkeğe bir cigara;
İki kadına yarım bardak bira düşecek
Kimse iş vermedi bu ülkede bize
Yaşamamız hoş karşılanmıyor
ölümümüz anılmıyor Times gazetesinde. (T.S. Eliot, Çev. Osman Türkay)

Dadaizm, Dada, Dadacılık

Kişiyi aklın tutsaklığından ve aklın kurduğu düzenden; sanatı dil, vezin, kafiye, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak; kelimeleri bilinen anlamları ve alışılmış estetik kurallaı dışında bir düzenle birleştirmek; kalıplaşmış bütün sistemleri, kuralları, gelenekleri inkâr etmek, yıkmak; kuralsızlığı kural olarak benimsemek temeli üzerine kurulmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve savaşı izleyen yıllarda baş gösteren karışıklık ve karamsarlık, kişi ve toplum ahlâkının yozlaşması, inançların sarsılması, değer yargılarının alt üst olması; derin bir umutsuzluğa kapılan, her şeyi kuşkuyla karşılayan genç kuşağı toplumda ve sanatta alışılmış her şeyi inkâra ve yıkmaya yöneltmiştir.

Tristan Tzara adlı genç bir şairin Larousse sözlüğünden gelişigüzel açtığı bir sayfada rastladığı "dada" kelimesinin benimsenmesiyle ortaya atılan (şubat 1916) Dadaizm, şiddetli tepkiyle karşılanmıştır.

Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca'da "oyuncak tahta at" anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.

Savaş içinde İsviçre'de doğup 1919-1920 yıllarında Fransa'da en ateşli dönemini yaşayan, zihinleri ön yargılardan kurtarma bakımından olumlu bir yanı da bulunan bu anarşist akım, 1922'de durulmuş, daha sonra yerini sürrealizme bırakmıştır.

Dadaizm, iki türlü nitelik gösterir:

a) Kübizmin bir devamı olması:
Dadaizm önceleri kübizmin, bir devaju gibi görünmüştür. Tıpkı kübizm gibi/ önceleri maddeye karşı koymuş, konunun dış görünüşünü tasvir etmekle yetinmemiş, zihnin geometrisini göstermeye çalışmıştır. Böylece sanatı, eşyanın yüzeyinden kurtarmak istemiştir.

Dadaizm, sonradan bu görüş ve düşünüşten birdenbire caydı. Her şeye, ama, her şeye isyan etmeye başladı.

b) Dadaizm'de kuşkuculuk ( = şüphecilik) :
Kuşkuculuk, olumlu ya da olumsuz hiçbir kesin yargıya varamayan, kuşku içinde kalmayı uygun bulan bir düşünce yoludur.

Dadaizm, çevrede dönüp dolaşan hiç bir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanmadı. Romantizmin de ötesine geçerek, aklın hiç bir değeri olmadığını savundu. Birinci Dünya Savaşı'nın arkası sıra doğan yaşamın anlamsızlığını ve özellikle edebiyat sanatçılarının parıltılı çabalarını gülmece ( = mizah) yolu ile hiçe saydı. Bütün edebi akımlara güldü. Edebî sanat anlayışındaki farklı tutumları ve gayretleri anlamsız buldu.

Zamanın bir parçası içinde meydana gelmiş psikolojik dengesizliği ve her şeye karşı koymayı bir çaba haline getiren ve Amerika'da bile etkileri görülen Dadaizm uzun ömürdü olmamış, doğuşundan altı sene sonra etkisini kaybetmiştir.

Bu böyle olmakla birlikte dadaizm, İsviçre, Fransa ve öteki ülkelerde düzenlediği toplantılarla kopardığı yaygara sayesinde, alaylı da olsa bütün sanat dünyasının ilgisini çekebilmişti. Fakat oturduğu temeller dayanıksız olduğundan çabuk çökmüştür.

Dadaizm, tiyatro alanına da uygulanmış, fakat gerçeği inkâr ettiğinden büyük bir başarı sağlayamamıştır.


En son KaBuS_27 tarafından Cuma Nis. 02, 2010 1:07 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ŞeyTaN
SiTe YöNeTiCiSi
SiTe YöNeTiCiSi
ŞeyTaN


Dikkat : Çok Taaa Tin... A.q ....
Tercübe :
EDEBİ AKIMLAR 1 Left_bar_bleue100 / 100100 / 100EDEBİ AKIMLAR 1 Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 112
Rep : 5786
Başarı Sistemi : 0
Kayıt tarihi : 30/03/10
Yaş : 32
Nerden : Olmak İsteqi Yerde

EDEBİ AKIMLAR 1 Empty
MesajKonu: Geri: EDEBİ AKIMLAR 1   EDEBİ AKIMLAR 1 Icon_minitimePerş. Nis. 01, 2010 3:31 pm

eyw. Sagolasin teşekkürler Cok Lazım olan bir Bilgi Smile EDebi Akımlar !! What a Face What a Face
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://11tma.forummum.com
 
EDEBİ AKIMLAR 1
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» EDEBİ AKIMLAR 2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hoş Geldiniz Arkadaslar.. :: Ders Bölümleri :: Edebiyat-
Buraya geçin: