Hoş Geldiniz Arkadaslar..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mehmet Uygun Lisesi 11 TMA =))
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
KaBuS_27
WebMaster
WebMaster
KaBuS_27


Tercübe :
AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ Left_bar_bleue27 / 10027 / 100AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 17
Rep : 5332
Başarı Sistemi : 0
Kayıt tarihi : 01/04/10
Yaş : 31
Nerden : ANTEP27

AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ Empty
MesajKonu: AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ   AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ Icon_minitimeCuma Nis. 02, 2010 2:00 pm

Ahlâk Felsefesi
Felsefenin temel sorularından olan "İnsan nedir? Ne olmalıdır?"; felsefeyi zorunlu olarak insan davranışlarının bir amacı var mıdır, veya olmalı mıdır, hangi davranışlar daha insanca ve erdemlidir, gibi sorulara cevap aramaya zorlar. İşte insan edimlerini konu alan felsefe dalına ethik (etik - ahlâk felsefesi) denir.

Felsefe ahlâka iki yönden yaklaşır. İlki ahlâki kavramlar nelerdir ve içerikleri nelerdir sorularına yanıtlar aramak yani ahlâka teorik olarak yaklaşmak ki buna Ahlâk teorisi (kuramsal ethik) denir. İkinci yaklaşım ise hangi davranışlarımızın iyi ve doğru olduğunu araştırıp nasıl davranmamız gerektiğini bize dayatan Normatif ahlâk (Uygulamalı - pratik ethik) tir.

Ahlâk felsefe dışında dinlerin, hukukun ve toplumun önemli değerlerinden biridir. İnsan eylemlerinin iyi ve kötü olarak değerlendirilip, yönlendirilmesidir diyebiliriz ahlâk için. Ancak toplumsal ahlâk anlayışı genellikle cinsel davranışlarla sınırlandırılmaktadır. Oysa genel anlamda ahlâk her türlü insan edimini içerir.

Felsefe açısından bakıldığında ahlâk diğer alanlardan biraz farklı bir içerik taşımaktadır. Her ne kadar felsefe de insan edimlerine kurallar koymaya çalışsa da onlardan farklı olarak temek kavramları da araştırır. Bu açıdan bakıldığında felsefe iyi-kötü davranış, özgürlük, istenç (irade), vicdan, sorumluluk, haz, ödev, erdem, genel ahlâk yasası,ahlâki eylem, ahlâki karar gibi kavramların içeriği doldurulmaya çalışılır.

Ahlâk öncelikle davranışları iyi ve kötü ayırmaya çalışmaktır. Her ne kadar toplumun çoğunluğunca olumlu olarak karşılanan davranışlara iyi diğerlerine de kötü dense de iyi-kötü yer zaman ve bakış açısına göre değişebilmektedir. Kaldı ki insan davranışlarının iyi-kötü değerlendirmesinin yapılması da tek başına yeterli olmamaktadır. Bir davranışın ahlâkın konusu içine girebilmesi için bireyin farklı davranışlardan birini seçme özgürlüğünün olması gerekmektedir. Bu seçme özgürlüğüdür ki bir davranışı ahlâkın konusu içine almaktadır. Seçme özgürlüğünün ve istencinin olmadığı bir davranış için bireyi iyi-kötü diye nitelemek doğru olmayacaktır. Tıpkı hayvanların davranışlarının iyi-kötü diye nitelendirilemeyeceği gibi.

Ahlâki kavramlar insan edimleri üzerine değerlendirileceği içindir ki; insan davranışlarının psikoloji bilimi açısından ele alınmasında yarar vardır.

İnsan Davranışları
Davranışlarımızı kaba bir sınıflamaya tabi tutarsak özde iki tür davranış biçimi ile karşılaşırız. Bunlardan ilki UT (uyarım-tepki/ SR) davranışlarıdır ve özgür seçim içermez. Yani ahlâkın konusunu oluşturmazlar. Açarsak; dengeleme (homeostatik), refleks, içgüdü (instinct) ve bir yere kadar da güdüler (drive/motiv) bu tür davranışlardır. Daha çok otonom sinir sistemi tarafından yönlendirilen ve herhangi bir istencin etkin olamadığı bu tür davranışlar ahlâksal değerlendirmelerin dışında olmalıdır. Çünkü bunlar otomatik tepkilerden oluşan ve bireysellik taşımayan davranış biçimleridir.

İkinci tür davranışlarımız ise UOT (uyarım-organizma-tepki / SOR ) türü davranışladır ki bunlar, alınan uyarıcıya organizmanın yorumunu katarak tepki vermektir. Bu davranışlarda az çok iradi bir tercih vardır. Bu da bu davranışları ahlâkın konusuna dahil etmektedir.

İnsan davranışlarına bu açıdan bakıldığında; iyi-kötü daha da belirgin hale gelmektedir. İyi onu seçme olanağı bulunan bireyden beklenilen davranıştır. Kötü ise kaçınılması gereken eylemlerdir. Ne var ki iyi-kötü toplumdan topluma, çağdan çağa ve hatta bireyden bireye değişen bir kavramdır. Filozofların da bu konudaki düşünceleri farklılıklar göstermektedir. Örneğin:

Hazcı (Hedonist) Epikuros'a(*) göre iyi mutluluk verendir. "Bedenimiz acısız ve ruhumuz dinginse mutluyuzdur." İyi en yüksek hazdadır. Kötü ise acı ve korkudur." Aç kalmamak, susamamak, üşümemek! Vücudun istedikleri ve özledikleri bunlardır. Bu durumda olan ve ileride de bu durumda olan ve ileride de bu durumda olacağını umabilen kimse, mutlulukta Zeus ile, tanrıların bu en yüce ise bile yarışabilir." İnsan eylemleri haza yönelen ama acıdan kaçan şeyler olmalıdır. Böyle bir yaşam ise ancak ölçülü olmakla mümkündür.

(*)Epikuros, düşünce tarihinde yanlış anlaşılan düşünürlerin başında gelir. Onun haz teorisi en fazla maddesel keyifler olarak yorumlanır, hatta adı bu zevkler peşinde koşanlara sıfat oluşturur: Epikuriye ! Oysa " Yaşamında, komşun farkına vardığında utanacağın bir şey yapma" diyen Epikuros, Samos'ta (Sisam adası) doğmuştur. Ailesi Samos'tan sürülünce sırası ile Kolophon (Değirmendere) ve Teos (Sığacık) ta bulunmuş ve Demokritos'çu okulda yetişmiştir. Midilli ve Lapseki'de ün kazanan okulunu sonunda Atina'ya taşımıştır.(İÖ 306) Okulunu şehir içinde bir binada değil bahçede kurduğu için adı kısaca Kepos (Bahçe) diye bilinir.

Faydacı (yararcı-utilitarist)yaklaşım iyiyi yararda görür. Bentham ve Mill'e göre davranışlar bireye fayda sağladığı ölçüde iyidir. Ancak burada iyi tek insanın faydasından daha çok daha fazla insanın faydasında giderek de toplumun çıkarında aranmalıdır.

"Kendi sezgine uy ki, hem kendin hem de başkası için iyi olanı yapmış olasın." diyen Bergson, iyinin ancak sezgi ile elde edilebileceğini savunmaktadır.(Sezgicilik- Entüisyonizm)

Özgürlük:
Onu her türlü iç ve dış engelden arınmış olma olarak tanımlamak mümkündür. Herhangi bir zorlamanın olmamasıdır, özgürlük. Böyle bakınca özgürlüğü keyfilikten ayırmak çok daha kolay olmaktadır. Özgürlük keyfi olmaktan çok farklı bir şeydir ve seçme olanağının bulunmasıdır. Yeter ki seçme, baskı altında yapılmasın.

İstenç (İrade) :
İnsan aklının iyi-kötü arasında seçme yapma gücü ve yeteneğidir. Özgürlükle birlikte istenç söz konu olduğunda, ahlâki eylem bir anlam taşır.

Sorumluluk :
Özgür istençle davranışta bulunan bireyin, bu davranışının sonuçlarına katlanmasıdır, sunucu üstlenmesidir. Başka bir deyişle de bireyin davranışlarından sorumlu olabilmesi için seçme özgürlüğünün ve bunu kullanabilecek akıl melekelerinin olması gerekmektedir.

Vicdan :
Bireyin kendi davranışları hakkında iyi-kötü yargısında bulunmasıdır. İyi yada kötü yaptığını düşünen birey ya iç huzuruna ya da çatışmaya düşmektedir. Kendinden bekleneni yaptığında huzurlu olurken, yapmadığı durumlarda da ödevini yerine getirmemiş olmanın sıkıntısını yaşar.

Vicdan konusunda; doğuştandır diyenlerle, bireyin gelişmesinin ürünü olduğunu söyleyenler de vardır.

Erdem (Fazilet) :
Bazı filozoflara göre etiğin odağına yerleştirilen erdem; istencin ahlâksal iyiye yönelmesidir.

Kıbrıslı Zenon ve onun başlattığı bir akım olan Stoacılığa(**) göre mutlu olmak için erdem yeterlidir. Bunun içinde doğaya uygun davranmak yeterlidir. Ancak bu öyle kolay bir şey de değildir. Çünkü insan doğa uymak yerine genellikle onun tersine davranmaktadır. Oysa yapılması gereken;

Doğru seçme
Sabırla katlanma
Ölçülü olma
Adaletle bölüştürmedir.
(**) Stoa: direkli galeri anlamına gelmektedir. Zenon Atina'ya geldiğinde önce Sokrates'in etkisinde kalır. Hatta bir ara Sokratesçi ahlâk anlayışlı ile ünlü Kyniklerin etkisindedir. Ancak zamanla kendi felsefesini oluşturur. İÖ 4. yüz yılın sonlarına doğru Stoa poikile'de (Resimlerle süslü direkli galeride) okulunu açarak bu isimle anılan akımın öncülüğünü yapmış olur. Stoa düşüncesi Atina'ya doğudan gelmiş ama daha çok da Atina'nın batısında yani Roma'da etkili olmuştur.

Ahlâk YasasıUyulması gereken genel geçer kuralları ifade eder. Bu kurallar kişinin ne yapması ve de ne yapmaması gerektiğini belirler. Hukuk kurallarından farklı olarak toplumda kendiliğinden ortaya çıkarlar ve bireyleri bu şekilde davranmaya zorlarlar. Ancak tüm toplumlarda tüm zamanlarda geçerli olan normlar bulmak hemen hemen olanaksız gibidir. Felsefe kişi vicdanı karşısında evrensel ahlâk yasalarının olup olmadığını konu edinir. Ancak bu konuda filozoflar da farklı görüşlere sahiptirler.

Evrensel ahlâk yasaları yoktur: Evrensel bir ahlâk yasasının olmadığını ileri süren akımlar, haz ahlâkı, fayda ahlâkı, bencilik, anarşizm, hiççilik ve varoluşçuluk olarak özetlenebilir.

Bencilik (egoizm): İnsanın eylemlerini belirleyen duygu ben sevgisidir. Hobbes'e göre insanların davranışlarını da tıpkı hayvanlar gibi içgüdüler yönetmektedir ki; bu içgüdüler "kendini sevme" ve "kendini koruma" dır.

Anarşizm : Ahlâk da tıpkı diğer baskıcı kurumlar gibi insanı daha kolay yönetmek için uydurulmuş kurallar sistemidir. Başta devlet olmak üzere bu ve benzeri her türlü baskıcı kurumlara karşı olan anarşizm, bireyin sınırsız özgürlüğünü savunur. Anarşizmin kurucusu Proudhon (19. yy) tüm bu baskı unsurlarının temel nedeni olarak gördüğü mülkiyeti hırsızlık olarak tanımlar. Bakunin insanı kısıtlayan devlet ve benzeri kurumların yıkılmasını ister. Stirner'e göre; ahlâksal değerler bir soyutlamadır ve insanın da tıpkı bitki ve hayvanlar gibi kendine düşen bir görevi yoktur.

Hiççilik (Nihilizm); akıl yerine istenci, toplum yerine de bireyi koyan felsefe akımıdır. Friedrich Wilhelm Nietzsche'ye (19. yy) göre iki tür insan ve iki tür toplumsal sınıf vardır: Halk ve Seçkinler. Din ve ahlâk kuralları halk için geçerlidir. Zaten halkın da işlevi seçkin sınıfın oluşumuna elverişli bir ortam yaratmaktır. Seçkin sınıfın bireyleri için din ve kimi filozofların öne sürdüğü ahlâki değerler miskinlikten ve acizlikten başka bir şey değildir. Oysa bu sınıfın uyması gereken Ahlâki kurallarını dehalar üstün insanlar, en yüce iyiyi yani "güç"ü kullanarak belirleyeceklerdir.

Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm): Jean Paul Sartre'ye göre insan kendini nasıl yaparsa öyledir. Bir çiçek yada bir böcek kendini kendi yapmaz. Çünkü onların bir özleri bir de varlıkları vardır.Burada öz varoluştan önce gelir. Çiçek, çiçek özüne uyarak çiçek olur. Ancak insan farklıdır. İnsanda var oluş özden önce gelir. İnsan önce vardır ve sonra ancak öyle ya da böyledir. Çünkü o özünü kendi yaratır, yani kendini kendi yapar. Everende kendi varlığını kendi yaratan tek varlık insandır. Nasıl mı? " Dünyada acı çekerek, savaşarak yavaş yavaş kendini belirler. Bu belirleme hiç bitmez, sürer gider." Bu nedenle kişi kendini tanımalı, benliğini kazanarak her türlü baskıdan kurtulmalı ve özgürleşmelidir. Yoksa toplum içinde eriyip giderek yok olacaktır.

Evrensel ahlâk yasaları vardır: Evrensel ahlâk yasalarının bulunduğunu öne süren düşünürler bunu öznel (subjektif) özelliklerin belirlediğini söyleyenler ve nesnel (objektif) özelliklerin belirlediğini söyleyenler olmak üzere iki grupta toplanabilirler.

Subjektif Özellikler Belirler: Evrensel ahlâk yasalarıları insandan, onun özel yaşamından kaynaklanır. Bu konuda görüş ileri sürenlere sezgici Bergson ile faydacı Mill'i örnek vermek mümkündür.

Objektif Özellikler Belirler: Evrensel ahlâk yasaları insandan bağımsız olarak vardır. Ahlâk yasalarını belirleyen insan yaşamı değil, insan yaşamını belirleyen evrensel ahlâk yasalarıdır.

Sokrates: Ahlâksal eylemlerimizin amacı mutluluktur. Ahlâki mutluluğa erişmek ise ancak bilgi ile mümkündür. Bilgi insanları doğru eylemelere, bilgisizlik ise yanlış eylemlere götürür. Bilgidir ki insan ancak mutlu, ahlâklı ve erdemli yapar.

Platon: Bir eylemin iyi yada kötü olması onun iyi ideasına uygunluğu ile anlaşılır. Yani bir eylem iyi ideasına uygunsa iyi uygun değilse kötü dür. Bunu bu dünyanın bilgisi ile anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. Onun için her insan idealar evrenine yönelmeli ve onu kavramalıdır.

Spinoza (17 yy - Hollanda) Panteist (evren-kozmoz tanrıdır) bir düşünürdür. Kozmos mutlak olarak özgürdür, bu nedenle onu hiçbir şey etkilemez. Ancak insan başka şeylerin özellikle de tutkuların etkisindedir. Tutkular insanı güçsüz, edilgin ve köle yaparlar. İnsan ancak aklı ile tutkularını aşabilir. Aklın uygun gördüğü yaşam biçimi de bilgiyle gerçekleşir. Bilgi bizi tanrıya ulaştırarak özgürleştirir. Bilginin vardığı yer evrensel yani tanrısal olan yasadır. Tanrısal yasaya uygun olan iyi, uygun olmayan ise kötüdür.

Immanuel Kant (18. yy - Almanya): Ona göre ahlâksal eylemin amacı mutluluk olamaz, çünkü mutluluk subjektif bir kavramdır. Yani kişiye göre değişir. Ve nitekim ondan önceki filozoflar mutluluk için farklı şeyler söylemişlerdir: Kimine göre erdem, kimine göre iyi bir başlkasına göre de doğaya uygun yaşama olmuştur. Oysa ahlâk yasası herkes için aynı olmalı ve aynı kalmalıdır. Immanuel Kant'a göre de bu iyi niyet (iyiyi isteme) dir, ödevdir.
Ödev, her çeşit duygudan öte kesin bir buyruktur. Ahlâk yasasına kesin boyun eğilir. Bu da aklı olan herkes için evrensel bir kuraldır. Koşula bağlı olan davranışlar ahlâksal değildir.

Ahlâksal Karar
Bireyin özgürce seçtiği ve genel ahlâk yasasına uygun olan ; ahlâki açıdan iyi olan karardır.

Ahlâksal Eylem
Ahlâksal karar sonucu varılan düşünmenin eyleme dönüşmüş halidir. Burada söz konusu yalnızca etkin olmak değil bazen de yapmamak olacaktır. Yani amaçlı bir "yapma" veya "yapmama" durumunu içerir.
Ahlâksal eylemlerin amaçları; mutluluk, haz, fayda ve ödevdir. Ahlâk felsefesi bu kavramlar üzerinde uzun uzadıya durur. Yine bu kavramlardan başka ahlâksal eylemde bulunan insan özgür olup olmadığı da felsefenin temel sorunlarından biri olagelmiştir.

Bu konuda iki farklı yaklaşım sergilenmektedir:

Determinist yaklaşım: Bireyin kararları içinde bulunduğu koşullara bağlıdır ve zorunludur. Koşullar istenci belirleyerek özgürce karar vermeyi olanaksızlaştırır. Bu bir çeşit yazgıcılıktır (fatalism).

İndeterminist yaklaşım: Birey ahlâki karar verirken tamamen özgürdür. Zaten özgür olmayan kişinin eylemlerinden sorumlu olması da beklenemez diyen görüşlerdir.

Varlık Felsefesi

Felsefe, varlığın var olup olmadığını; varsa eğer nasıl var olduğunu sorgular. Reel (gerçek) ve ideal (düşüncel) varlık alanları, töz (cevher) ve öz ile oluş nedir gibi sorular ontolojinin (varlık öğretisinin) temel sorunlarıdır. Bu konudaki açıklama ve varsayımlar ilkçağa dayanır. Ancak ontolojinin bir felsefe dalı olması ve bu adı alması 17. yüzyılda Wolf'a dayanmaktadır. 18. ve 19. yüzyılda Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in bu alandaki çalışmalarını, 20. yüzyılda Hartmann izlemiştir. Ancak doğaldır ki varlık sorunu ilk günden bu yana felsefeyi meşgul etmiştir.

Başlangıçta doğa filozoflarının ilgilendiği varlık sorunu onların hemen ardından Atina idealistlerinin metafizik anlayışında temel sorun olmuştur. Varoluşu idealist bir anlayışla ele anmak orta çağında karakteristiği olarak karşımıza çıkar.

Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım:

İlkçağ Maddecileriİlkçağ Maddecileri (Doğa Filozofları) Thales'ten Demokritos'a kadar uzanan ve coğrafya olarak Anadolu'da yaşayan düşünürlere verilen addır. Maddeci düşünürler; evrenin bir yaratıcısı olmadığı ve ezeli bir var oluş içinde olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre "Hiçten bir şey olmaz."Evrenin de bir ilk biçimi, ilkolanı, arkhé'si vardır. Her şey arkhénin dönüşümü sonucu bugünkü halini almıştır.

Thales'e (625-545) göre ilk olan sudur. Her şey sudan gelir ve yine suya dönecektir. Dünya da sonsuz su (okeanos) içinde yüzer.

Arkhenin ne olduğu konusunda çok farklı isimlendirmelere rastlanır. İlkolan kimi zaman toprak, hava, su veya ateş ya da bunların kombinasyonunu şeklinde karşımıza çıkmaktadır; kimi zaman ise sayı, apeiron (sınırsızlık-sonsuzluk) sperma (tohum) ya da atom olarak.

İlk çağ maddecileri içinde öne çıkan düşünürlerin başında Efesli Herakleitos (540-480) gelir. İlkolan'ı ateş olarak kabul eden Efesli Herakleitos; evreni karşıtların zıtlığı ve birlikteliği ile açıklar. Tanrı da ihtiyarlık ile gençlik, gece ile gündüz gibi zıtlıkların arkasında bir olan noustur, akıldır. Ona göre evrende değişmeyen tek şey değişimdir. Bu nedenle de " Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de biz."

Maddeci görüşü son noktasına taşıyan da Teos'lu Demokritos'tur. (460-370) Ona göre evrenin temel yapı taşı bölünemeyen madde yani atomdur. Canlı-cansız, bitki-hayvan, insan-ruh her şeyin temelinde atom vardır. Atomlar yapısal olarak aynı oldukları halde hareket alanları, hareket hızları, ağırlıkları, dizilişleri farklılık gösterdiği için dünyadaki farklı maddeler oluşmaktadır. İnsan duyu organları ile ancak maddenin dış görünüşü hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama maddenin temelini oluşturan atomlar hakkında bilgi edilemez. Bu nedenle de maddelere ait bilgilerimiz doğruluktan yoksundur ve karanlıktır.

Sofistler: İlkçağ Şüphecileri
"Bilen" anlamına gelen sofist sözcüğü ilkçağda genellikle gezgin öğretmenlik yaparak yaşamlarını çok farklı mekanlarda geçiren düşünürlere verilen bir addır. Sofistler genelde kuşkucu bir yaklaşım içindedirler. İnsan sorununa geniş yer verdikleri düşünceleri; görelilikten bilinemezciliğe kadar uzanır.

Protagoras'a (482-411) göre "İnsan her şeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da; varolmayanların varolmadıklarının da." Buna göre her şey için tam karşıt iki tez ileri sürülebilir.

Gorgias (483-375) biraz daha ileri giderek; genel olarak varlık hakkında bilginin olanaksızlığını ileri sürer. Ona göre hiçbir şeyin varlığı kesin değildir. Varlık olsaydı bile onu bilmek olanaksızdır. Bir şekilde varlığı bilseydik bile bunu başkalarına bildiremezdik.

İlkçağ İdealistleri
Atina'da felsefe diğer şehirlerden çok farklı bir yol izler. Sokrates'le başlayan, Platon'la devam eden ve Aristoteles'le noktalanan idealist yaklaşımlar yalnızca kendi dönemlerinde değil, çok sonraları da etkili olmuştur. Bu düşünürlerin kurdukları ruhçu ve idealist yaklaşım özellikle de iki büyük dinin resmi görüşlerinin temelini oluşturmuştur. Hıristiyanların yanı sıra İslam dünyası da bu düşünürlere büyük önem vermiştir. Platon'u Eflatun olarak tanıyan İslam dünyası, Aristoteles için de başöğretmen sıfatını kullanmıştır.

Varlık hakkındaki düşünceleri idealist olan üçlünün bilginin kaynağı konusundaki yaklaşımları da akılcıdır.

Akılcı öğreti bilginin kaynağının öznel ve aldatıcı olan duyu verileri olamayacağı görüşündedir. Akılcı öğreti herkes için geçerli olan gerçek bilgilere ancak akıl yolu ile ulaşabileceğimiz savındadır. Ancak kendi aralarında da iki farklı yaklaşım sergilerler. Birinci görüş (Sokrates ve Platon) bilgilerin doğuştan insan aklında hazır olduğunu; ikinci görüş (Aristoteles) ise doğuştan bilgilerin değil, bilgiyi elde etmede kullanılan akıl ilkelerinin doğuştan var olduğunu ileri sürer.

Sokrates (Atina; 469-399)
Sokrates'e göre insanlara yeni bir şey öğretmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir işe kalkışmak da saygın bir şey değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmak, doğurtmaktır. (Maieutike) Bunu yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur.

Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmiştir.

"Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim." diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diğer yandan da bilgiye sahip olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder.

Bu tavrının bedelini "Atina'nın tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak"la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile öder.

Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması gerektiğini ileri sürer. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatır. Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, sonuçlarını bildiğimiz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve öğrencilerinin önünde ölür.

Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak trajik bir örnek oluşturur. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle de ethik (ahlak felsefesi) açısında oldukça etkili olur. Ancak izleyenleri onun haz teorisini farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine ulaşırlar.

Sokrates'i en iyi anlayan ve en doğru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon'dur.

Platon (427-347 Atina)
Sokrates'in diyaloglarını yazıya geçirdi. O öldükten sonra da yapıtlarında Sokrates'i konuşturmaya devam etti. Platon düşüncelerini Akademia adını verdiği okulunda yaydı. Sokrates'te dağınık olan idealist anlayışları sistemli bir dünya görüşü haline getirdi.

Platon'a göre iki ayrı dünya vardır. Bunlardan birincisi "idea"ların evrenidir. İdea'lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Ancak gerçektirler. Her İdea'dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan ideaların bilgisi de tek ve gerçektir. Ancak ideaları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır. Onları bilgisine ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere "episteme", "sophia" (gerçek bilgi) adını verir.Bu bilginin peşine düşen insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia yani filozoftur.

İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız "fenomen"ler evrenidir. Fenomenler ideaların gölgeleridir. Fenomenler evreni nesneldir ancak gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır. Sanal bir evrendir. İdeaların fenomenler evreninde birden çok gölgesi yani yansımaları vardır. Gölgelerin hiç biri tam olarak ideaları yansıtmazlar. Bir fenomen (gölge) ideasına ne kadar benzer se o kadar o "şey" olur. Fenomenler duyu organları ile kavranırlar. Biz onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi olabiliriz. Ancak bu bilgiler fenomenler evreni gibi "tek"likten ve "gerçek"likten yoksundurlar. Doxa (sanı bilgisi) adını verdiği bu bilgilerin peşinde koşan ve ideaların farkında olmayan kişilere sanı dostu anlamına gelen filo-dox adını verir.

Platon'a göre insan ruh olarak idealar evreninde yaşar. Bu nedenle de ideaların bilgilere ruh olarak sahiptir. Ancak insan zaman zaman bir beden içinde fenomenler evrenine gelir. Fenomenler dünyasında yaşarken ideaları unutur. Fenomenlerin aldatıcı bilgileri peşine düşer. Filodox olur. İçlerinden bazıları ise ideaların bilgisini akılları aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Filozof olurlar.

Aristoteles (384-322 Atina)
Öğretmeni Platon'un düşüncelerine katılmadığı için, yetiştiği okula yani Akademia'ya yönetici olmayı kabul etmeyip, kendi okulunu, Lyceum'u (lise) açmıştır.

Pek çok kitabının yanı sıra O; doğru düşünmenin yollarını açıkladığı Organon (Alet) adlı kitabı ile de kendi adıyla anılan Klasik Mantık'ın kurucusu olmuştur. Felsefe alanında olduğu kadar bilimsel çalışmalarıyla da önemli olan Aristoteles, ontolojik anlayışını Fizik kitabının ardından yazığı ve adını Fizikten Sonra olarak koyduğu Metafizik kitabında ortaya koymuştur. O günden bu yana da metafizik kavramı doğaüstü anlamında kullanılmaktadır.

Ona göre iki ayrı evren yoktur. Tek evren vardır ve nesnel olanla gerçek olan ayrı şeyler değil bir ve aynı şeydir. Ancak var oluş, iki farklı özün değişik oranlarda birleşmesiyle gerçekleşir. Var oluş form (salt biçim) ile hyle'in (salt madde) birleşmesidir. Saf madde biçim almaksızın var olamaz. O ancak bir olanaktır, var değildir. Var olabilmesi için mutlaka form alması gerekir.

Varlığın en basit biçimi cansız maddedir. Form Hyle'ye şekil, renk, koku gibi temel, basit özellikler vererek onu var eder. Varlığın ikinci aşaması bitkilerdir. Bitkiler kendinden önceki varlık tabakasının -cansız maddelerin- tüm özelliklerini taşımanın yanı sıra, özümseme yapma ve benzerini yaratarak çoğalma gibi özelliklere sahiptirler. Bitkiler daha fazla form alarak bu fazla özelliklere sahip olmuşlardır.

Varlık tabakalarının üçüncüsü hayvanlardır. Hayvanlar bitkilerden daha fazla form sahibi oldukları için onlardan daha mükemmeldirler ve onlarda bulunmayan duyumsama ve yer değiştirme özellikleri vardır.

Hayvanlar üstünde yer alan son varlık tabakası, insanlardır. İnsan akıl sahibi olma özelliği ile diğer varlıklardan ayrılır. İnsan aklı doğuştan sahip olduğu akıl ilkeleri ile algı sürecinden edindiği malzemeleri işleyerek, duyum süreçlerini bilgi haline getirir. Bu işlemi yaparken de mantık kuralları ile davrandığı oranda doğru bilgilere ulaşabilir.

Ancak Aristoteles tüm insanların bu yeteneklere sahip olmadığını söyler. Çünkü insanlar da tıpkı kendinden önceki tabakalar gibi kendi içinde farklı tabakalara sahiptir. İnsanların en alt basamağını kadınlar oluştururlar ve onlar aklın ilkelerine sahip değildirler. Onların üstünde yer alan köylü ve köle erkekler de tıpkı kadınlar gibi akıl ilkelerinden yoksun olarak dünyaya gelirler. Bu nedenle onlar da kadınlar gibi doğru düşünme yeteneğinden yoksundurlar.

Varlık tabakalarının dışında form tek başına vardır ve en yetkin durumundadır. Salt biçim Tanrıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
AHLAK FELSEFESİ VE VARLIK FELSEFESİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» BİLİM FELSEFESİ VE BİLGİ FELSEFESİ
» SİYASET FELSEFESİ VE DİN FELSEFESİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hoş Geldiniz Arkadaslar.. :: Ders Bölümleri :: Felsefe Bölümü-
Buraya geçin: